çatışma
Bazen içine bir şey düşüyor ama
anlatması zor, kelimelere sığması, anlama düşmesi zaman alıyor. Önce kalp
biliyor, sonra geri kalanlar.. Önce kalp sonra belki beden belki en son zihin..
Zihnimin
bildiği çok şey var, hepimizin, dünya kadar şey biliyoruz. Kendimize ve yaşama
dair. Her konuda fikrimiz var. Bakıyorum kendime çocuğum yok mesea benim, ama sorsan
dünya fikrim var hatta hiç sıkılmadan anne olan kız kardeşimi kendimce yargılayabiliyorum
da. Bunda bir sıkıntı görmüyorum artık. Evet bilmediğim birçok şeye dair birçok
şey söyleyebiliyorum, akıl verebiliyorum, yorum yapabiliyorum, baya yaşıyorum
da..
Bir açıdan
da böyle oluyor. Önce zihne düşüyor. Zihin üzerine okuyor, duyuyor, konuşuyor,
tartışıyor. Hatta kendi standartlarına uyduysa yaşamaya başlıyor. Zihin
yaşamaya başladığında hiç unutmuyorum ve çok hoşuma gidiyor bu örnek; bir türk
filmindeki o adam geliyor aklıma. Tüm halkların kardeşliğini ve eşitliğini
savunup, bunun için sanırım hayatını tehlikeye atıyor, saatlerce konuşuyor
tartışıyor, tüm halkları nasıl kardeşliğe ulaştırırız, eşit olduğumuza nasıl herkesi ikna ederiz diye didinip duruyor sonra evde karısına köle gibi davrandığını
görünce vicdan azabıyla kendini sorguluyor. Böyle bir film bence vardı, valla
yoksa bile hepimiz buna benzer birşey yaşamışızdır. Bu tüm halkların kardeşliği
olmasa da işte zihnimize kafamızda yarattığımız kendimize uygun olan bir ben
olma hali bulup bunun üzerinden yaşama çabalarıyla işte sürekli takılıp düşme
hallerindeyizdir. Aklımız bedenimize ve yaşamımıza kısa gelir hep sendele hep
sendele.. Tabi doğal olarak hayat acayip zor oluyor bu durumda..
Yürüyemiyorsun, daha doğrusu yürüdüğünü sanıyorsun, baya da iyi yürüdüğünü sanıyorsun, sonra mesela biri çekmiş seni kamerayla, bir izliyorsun, Tanrım! Bu
ben olamam. Burada güzel bir kahkaha at, bu sensin benim ve hepimiziz.. Bence
güzel de bu.. Çünkü sanıyorum bu insana kendi potansiyelini işaret ediyor. Yani
o adam tüm halkların kardeşliği ve eşitliği konusunda bu kadar didiniyor ama
aslında gündelik yaşamında bir o kadar batırıyor ya bu konuda, o adam yüreğinin
bir köşesinde bu konuyu işliyor aslında. Hakkaten var potansiyeli, sadece aklı
olana kısa kalmış.. Zamanla..
Zihin ve
kalbin böyle bir hikayesi var. Bunu kendimde baya gözlemliyorum. Hoşuma gidiyor
ikisi arasındaki didişmeyi izlemek.. Kalp sanki bu dünyada doğmamış bir deli.
Kurallar ve sınırlar, üstler ve altlar, bildikleri ve bilmedikleri hiç umarında
değil. O bilmeyen. Hiç bir şeyi bilmeyen.. Hiç bir fikri olmayan. Her an yeniden
doğuyor. İnanılmaz cesur. Hiç bilmek gibi bir çabası da yok zaten. Sanki
bildiği tek bir şey var o da bilmemesi gerektiği.. Çünkü bilirse özgür
olamayacak, kapanacak, yolda kalacak, susup kapanacak.. Zaten mümkün değil onun
bunu yapabilmesi, yaradılıştan bilmeyen o.. Bir de zihin var. O da bilen,
herşeyin en iyisini, yapılması gerekenleri, tüm kuralları, tüm destinasyonları,
ayıpları, günahları, iyileri, kötüleri, süper bir dünya onunki, herşeye hakim..
Düşünsene bir herşeye cevabın olduğunu, tüm yolları, yönleri bildiğini..
Düşününce bana evet! Hissi veren bir yer. Böyle güveni tam, elinde evrak
çantası,ince dudaklarında bilmenin verdiği o yarım sırıtış,
sadece sor diyor! Sadece sor ben hepsini biliyorum!
Çok
karikatür gördüm bu ikisini tasvir eden. Çok da eğlenceliler, kalp bir taraftan
hoplaya zıplaya kelebeklerle gidiyor, diğer tarafta bir beyin var hey bu taraf
gel buraya diye ona kızan, sanki bir çoçukla yürüyen, onu kendinden aşağıda
gören bir beyin.
Bazen
birşeyler yapıyorum. Sonra içim cızırdamaya başlıyor. İçim cızırdadıkça zihnim
susmuyor. Niye yaptın da şöyle olaydı da şu da bu da.. Çok uzun zaman böyleydi.
Hatta bir keresinde evimin banyosunda yere yığılıp ağlamıştım hıçkıra hıçkıra,
o kadar bağırıyordum kendime içimde.. O kadar uyumsuzluk vardı içerde.
İnsan
inanılmaz komplex bir varlık. Durup kendini izlemeye başlayınca diziler,
filmler hak götüre, valla oturup hiç bir şey izleyemezsin derim. Abarttım mı
aslında abartmadım ama yine izliyorum ben dizi ya da film J
Bu aralar
daha net hissediyorum bu cızırtının tonunu, rengini. Bir şekilde daha iyi
biliyorum yaptığım her neyse zihnim ve kalbimi bir çatışmaya sürüklüyor.
Kafamda yarattığım kendim olmadığıma beni çağırıyor bu cızırtı.. Bak yine
çuvalladın! Çeşitli hisler peşi sıra ziyarete geliyor.. Ben en çok utancı
seviyorum, kaldırdığın her halının altından o çıkıyor. Zihnimde yarattığım
kendim olamamdan utanıyorum.
Bu yazı
nereye gidiyor, ne diyor.. Kendi kendini yazan yazı.. Saat sabahın altı
buçuğu.. İki yoga bloğu üzerinde bilgisayar, yoga odamda oturmuş yazıyorum.
Sabah beşte uyanıp yoga odama vardım, mumumu yakıp oturdum.. Meditasyona
niyetlenmiştim, baktım konuşmalar hisler içerde bir dünya ziyaretçi, yok dedim
kendime, önce bir misafirleri ağırlayalım.. Bu kadar ses varsa bir çatışma
başlıyor. Herkesin heyheyleri üzerinde…
Bu sürekli
oluyor. Bilirsin zaten.
Bunun olması
eskiden beni yakar yıkardı..
Bu hallerde
misafir ağırlamaya niyetlendim beri giderek azaldı. Geçenlerde şöyle birşey
oldu; çatışmalar vuku bulurken ben de geçtim kenara ne olduysa oluyor,
izliyorum, dışardan görünen; mutsuz bir ben canı sıkkın.. Ben niye böyle hissediyorum diye
bağırıyor bir tanesi ortalıkta, diğeri nasıl biter bu diye çözümler arayışında,
biri karaları bağlamış lanet olsun bu dünyaya falan her telden bir orkestra..
Tecrübemden artık biliyorum, bu halleri kendi haline bırakmam gerektiğini, ama
yine de bazen duramayıp atlıyordum ortaya..İşte geçenlarde sanırım hakkaten ilk
kez hiç atlamadım.. Gittim en son mutsuz mutsuz uyudum. Uykuya düştüm belki, aman
boşver diye değil ama, gelen giden kim varsa hepsiyle beraber.. Bu uzun gecenin
sabahında uyandığımda bir huşu hali üzerimde, yaşam güzel ben güzel, bir
kafalar. Böyle nasıl desem net, çok net, çok temiz bir bilgi pat diye serildi
önüme.. Dün geceki içimde olan cümbüşe dair. Hangi benim sazı eline aldığına, ortalığı karıştırdığına dair..
Bu durumda
ben yaşamın sırrını bulmuş gibi keyiflendim, hahaha, dün beni kim oynattı onu
anlayınca, pat diye dağıldı sanki birşeyler, bir kelepçe açıldı içimde bir huşu
bir özgürlük hissi..
Bu yazıyı
bir yere götürmem gerek değil mi? Kalp dedim zihin dedim, çatışmalar dedim..
Kafamda
kurduğum kendim değilim, itiraf ediyorum, baya yanına bile yaklaşmıyorum.. Peki
umrumda mı? Artık değil işte bilakis hoşuma gidiyor kusurlu olmak, yapamamak,
saçmalamak.. Bilen değil bilmeyen olmak istiyorum, her sorunumla benzeşse bile
sanki ilk kez o an yanyana kalmışım gibi, aptal gibi, sıfırdan icat etmek
istiyorum gideceğim yönleri vereceğim cevapları.. Kendi bilinmezliğime dalmak
istiyorum. Acayip heyecanlanıyorum buna.. ve tabi baya da korkuyorum aslında.
Çünkü şimdiye kadar tanıştığım kadın hakkında gerçekten hiçbirşey bimediğim bir
kadın. Hayatı güvenle yaşamak adına aldığım adımları falan hiç sallamadan
üzerilerine hiç basmadan pat diye zıplıyor kendi ayağının götürdüğü yere!
Kendimi
bildim bileli içerde bir kavga. Ne zamanki kavganın ortasında durmaya başladım
o günden bugüne işler değişti. Demiyorum ki bitti, bence bitmez de, bitmesin
zaten.. Huzursuz sesler korosu aslında bir frekansta potansiyelimi, kalbimin
niceliğini çalmakta.
İnsan olmak
yolculuğu çetrefilli bir o kadar keyifli..
Yazı bir
yere vardı mı bilemedim, sığındığım yer kalbimden gelen; hayat bir yere
varmak yolculuğu değil zaten.
Bir rüyamı
anlatarak bitirmek istedim bu yazıyı..
Zindanın
birinde Uma Thurman, evet Uma, J uzanıyor bir yatakta pislik içinde. Bir ses diyor ki Hayat nedir?
Uma birden doğrulup oturmaya geçiyor. Diğer ses yanıt veriyor; hayat yaşayarak insan
olmak yolculuğudur.. Uma öğürmeye başlıyor, ve sonra da maymunlar kusmaya..
Selam olsun tüm çatışmalara..
Sevgimle
25 Ocak 2018
Beşiktaş
Yorumlar
Yorum Gönder