öküz ve ben
Yüreğimin üzerinde nerden gelip
nereye gittiğini bilemediğim bir öküz oturuyor. Anlamı olmayan bir sıkıntı derin
nefesler aldırıyor, normal normal veremeyip iç çekişlerle boşalıyor. Tanrım ne oluyor?
Neden böyle
hissediyorum, hangi düşünce var bunun peşinde? Nerede kaybettim kendimi?? Neden
sıkılıyorum, hayırr sıkılamam hep çok iyi hissetmeliyim..
İçimin
hemşiresi ben iyileşeyim iyi hissedeyim, hep iyi hissedeyim istiyor. Ben böyle
sıkkın olunca alıyor eline sazı başlıyor araştırmaya. Hani üşütürsün de yav ben durduk yere ne diye üşüttüm ki geçen şurada ceyranda kalmıştım ondan mıydı, gece üzerimi mi
iyi örtmediydim bundan mıydı? niyeydi niyeydi diye anlamsızca arayıp bulmaya
çalışırsın ya. Benim hemşire de öyle beyhude
bir arayış içinde.. Arabanın içinde ben varım, yanımda hemşire, kocaman bir kaban var arka koltukta, yanında da bir sis bulutu bilinmeze doğru..
Bir
keresinde bir arkadaşım bana küsüp gitmişti, ben çok kez başka başka insanlara
küsüp gitmiştim. Arkadaşım bana bir hediyeyle veda etti . Bir duygu oluştu orda, bir konu hakkında
tartışıyorduk, benim canımı sıkan birşey yapmıştı ve bunu dile getirdim. Bunu
bir daha yapma dedim. O anda yükseldi duyguları çok yoğunlaştı, esti, çekti
gitti. Elimden birşey gelmez… Hediyeyi alıp açmak dışında..
Bu zor bir
konu kendimden biliyorum. Herhangi bir konuda eleştirildiğimde, yaptığım
beğenilmediğinde içimde bir öfke yükselir. Sanki fikrim değil de, varlığım, özüm beğenilmemiş gibi öfkelenirim.. Beni eline alırsa yıkıp geçebilecek
kadar güçlüdür bu öfke, geçmişte çok can yakmışlığı da var.
O öfkenin arkasına baktığımda
ardında hep korku gördüm. Sevilmemek korkusu..
Korkunun ardında kendimi sarmayıp, sevmediğim bir hal..
Bu bedensiz hal herhangi bir günde herhangi bir şeyden tetiklendiğinde (ki kolay tetiklenir) -yani Türkçesi yaptığı, söylediği değil de bizzat özü dışlanmış, yanlış bulunmuş sanarak - korku sisine bürünerek öfke denen kocaman kabanın içine dolar ve yükselmeye başlar. O dev öfke kabanı direksiyona geçer, içinde korku sisiyle etrafta gezer, geçtiği her yeri
yıkar, eser, gürler... Öfkesi yükseleni görenler koş, kaç diye çığlıklar
atarken kimsenin aklına şu kabanı bir kenara alalım demek gelmez. Gelmez tabi
pek heybetli, gerçekten pek korkunç. Çünkü bir gelse tanımlanamayan korku sisi
dağılacak ve ortaya bir hal çıkacak.. Kendini saramak hali..
Peki kim çekecek bu kabanı?
İşte ben dönüp bakmadım sen dönüp
bakmadın, karanlıklarda aydığınlığa çıkamadı.. Ne canlar yakıldı, ne
savaşlar başladı bitmez, kimleri kimleri gebertti.. Sonu yok, belki insanlık
tarihi kadar eskidir diye abartsam yeridir. İnsan dönüp bana ne oluyor ben ne
hissediyorum diye bakmadığında içinde ki türlü çeşitli korkunun kuklası oluveriyor.
Ben yaptım başroldeyim diye geçinirken canım bir bakıyorsun ne başrölü yan rol
bile değil, bir korku ardında gizli olanın kendini mastürbasyonu gibi
birşeysin.. Ağır mı oldu bu.. Kendini ifade edemeyen, duyulmayan,
görülmeyenlerin gerçeklikte kendini gösterme maskesi?
Korku
yüzleşemediğimiz gerçeklerin tüm yüreklerde karşılığı. İnternasyonel.
Geçen
bir yazıda okudum hoşuma gitti, bize öğretilmediği için duygularımızla
yüzleşmemiz, bir de hep iyi hissedersen iyi/sağlıklı olduğundan bu konuyu
kimselere açamıyoruz. Farkında bile değiliz.. Belki aklımızın uçuna gelmiyor -noluyor burada? diye sormak. İçimizde bir hemşire iyi hissedelim diye dört
dönmekte.. Dur ben bir Ayşeyle konuşayım,hadi Aliyi arayayım, film mi
izleyeyim, kitap mı okuyayım, yok instagrame iki selfie koyayım evet evet hem
en hızlısı hem en keyflisi.. Sonra instagram full of selfie :) Ben koyuyorum, insanlar beğenince de pek mutlu oluyorum. Bakıyorum kim beğenmiş kim
daha beğenmemiş, beğenin anacım :) belki her selfie bir görünmeyenin maskesidir :)))
Hep iyi
hissetmemiz gerek sanıyoruz. Öyle sandığımızdan gerçekte olanla duramıyoruz…
Sonra öfke. Biliyorsun gerisini..
Gerisi değil de öncesi konu.. Önceyisle kalabilmek, yani evet sıkılmak, kötü hissetmek, bütün o duyguları Mevlana'nın dediği gibi bir güzel ağırlamak, evi yıkıp boşaltsalarda yanlarında kalmak...
MİSAFİRHANE |
İnsan kısmı bir misafirhane,
Her sabah yeni birisi gelir.
Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik,
Aniden farkına varmak bir şeyin,
Hepsi beklenmedik misafir.
Hepsini karşılayıp eyle!
Evini vahşetle süpürüp,
Bütün mobilyalarını boşaltan
Bir kederler kalabalığı bile gelse.
Her geleni alnının akıyla misafir et.
Olur ki yeni bir zevk getirmek için
Boşalttılar evini.
Karanlık düşünce, utanç ve garez,
Hepsini gülerek karşıla kapıda
Ve buyur et içeri.
Minnettar ol her gelene
Kim gelirse gelsin.
Çünkü bunların her birisi
Öte taraftan bir kılavuz
Olarak gönderildi.
|
Evet zordur insanın kendisiyle yüzleşmesi... "içimizdeki kırılganlıkla ne kadar yüzleşirsek, o kadar güçlü oluyoruz" demişti bir yoga hocası. Ama önemli olan, güçlü olmak değil mutlu olmak. Tabi diyeceksin ki; " yok öyle güçlü olmadan mutlu olmak. Bu çocukça..." evet bu çocukça... ama yoga derslerinde, anlatılanlar ve yogayla gerçek hayatı bağdaştırma çabası, mevlana'nın şiiri vb... bunlarsa çok ahmakça. insanın, kendi kendisiyle yüzleşemeyenlerin bir başka kaçış yolu... bunlar afyon, aldatmaca, kandırmaca... yoga matın üstünde, hayat diken üstünde geçer...
YanıtlaSilbence mutlu olmak esastır, çocukça bulmuyorum, doğal ve insani buluyorum. her insanın kendine ait bir ifade dili var, ben o şiirde çok şey buluyorum, bana acayip konuşuyor.. bu yazıları yazmak, ne düşünüp, yaşadığımı, pratik ettiğimi paylaşmak benim için çok özel ve mahrem bir alan, ahmakça görünüyorsa sonuna kadar sahip çıktığım sevdiğim bir ahmaklıktır.. her halim var, hepsini buyur ediyorum elimden geldiğince.. teşekkür ederim yorumun için..
Sil